sayfalar

24 Şubat 2012 Cuma

Hollywood’da Yahudi Cakası


 Yahudiler’in Filistin’e uyguladığı soykırımın çapı, Nazi Almanyası’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudiler’e uyguladığı soykırımın çapını çoktan geçti bile. Yahudiler Nazi soykırımından öyle yararlandılar ki,  İsrail dünyanın gözü önünde periyodik aralıklarla Filistin halkını kırarken dahi, Nazi soykırımını konu edinen filmler Oscar ödülü alıyor, sinema salonları Yahudi dramını işleyen filmlerin afişleriyle bezeniyor. 

Geçmişte gerçekleşen soykırım iddiası hâlâ prim ederken sıcağı sıcağına işlenen İsrail patentli toplu katliamlar, 


dünya basınında fındık kabuğunu doldurmayacak haberlerle ele alınıyor.  Avrupa ve Amerikan basınında, 60 yıl önce İkinci Dünya savaşı sırasında ölen Yahudi bir ailenin dramını anlatan bir film bile, Gazze Şeridi’nde gerçekleşen katliamlardan daha çok itibar görüyor. Sözün kısası ne olursa olsun her zaman Yahudi kazanıyor. Bugüne kadarsa ‘Elveda Filistin’ gibi zayıf birkaç yapım dışında Filistin dramını konu edinen hiçbir dişe dokunur yapıma imza atılmamış. 

Müslüman dünya bu hususta genellikle görsel kaynaklardan yararlanmak yerine yazılı metinlerden yararlanmayı tercih ediyor. Ancak şu unutulmamalıdır ki, ‘Yahudinin Kanlı Çöreği’ gibi üçüncü sınıf, arabesk, türü ne olduğu belirsiz kitaplarla bir yerlere gelinemez.  Sorulacak olsa inkar edecek olmamıza rağmen hepimiz birer Hollywood bağımlıyısız ve yazılı kaynaklardan çok görsel mesajlardan daha çok etkileniyoruz. Bu nedenle tıpkı İrlanda halkının mücadelesini anlatan ‘Cesur Yürek’ filmi gibi, beyazperdede, Filistin halkının efsanevi drenişini anlatan sinema selleri yaratılmadıkça,  Filistinliler,  zihinlerde, sadece ana-haber bültenlerinde geçen kısa med-cezir’ler olarak kalacaktır.

Yahudi Klübü: Hollywood

Yahudiler’in ekonomi ve savaş teknolojisi kadar sinema sektörünü de elerinde tuttuklarını sağır sultan dahi duymuştur. Her ne kadar Amerikan halkı birçok konuda olduğu gibi bu konudan da bihaber olsa da, olanaklarıyla dünyaya dev bir eğlence sektörü sunan Hollywood, Yahudi patronlar tarafından yönetiliyor.


Bu nedenle hiçbir Hollywood yapımında israil’i veya Yahudiler’i aşağılayan bir kareye rastlamanız mümkün değildir. Los Angeles Times Gazetesi’nde 19 Aralık 2008 tarihinde çıkan Joel Stein imzalı yazıda, Yahudi kökenli yazar Hollywood hakkında ilginç itiraflarda bulunuyor. ‘Gerçekte ise bu Amerikalıların nasıl da her şeyden habersiz olduğunu gösteriyor, çünkü Yahudiler  Hollywood’u tamamen yönetmektedir.’diyen yazara göre, artık Amerikalılar’ın bu gerçeği öğrenme zamanı geldi.  

Yazısında, Yahudiler’in Hollywood’un neresinde durduğunu yanıtlayan yazar, Hollywood’daki Yahudi hegemonyasınının ne çapta olduğunu kanıtlamak için isim vermekten dahi kaçınmıyor:’ Yapımcılar birkaç hafta önce Los Angeles Times’a Amerikalı Oyuncular Birliği’nden (Screen Actors Guild) sözleşmelerini talep eden bir tam sayfa ilan vermişlerdi ve bu açık ilan News Corp. 

Yöneticisi Peter Chernin (Yahudi), Paramount Pictures Başkanı Brad Grey (Yahudi), Walt Disney Co. İcra Başkanı Robert Iger (Yahudi), Sony Pictures Başkanı Michael Lynton (şaşırtıcı, Alman Yahudisi), Warner Bros. Başkanı Barry Meyer (Yahudi), CBS Corp. İcra Başkanı Leslie Moonves (öyle bir Yahudi ki büyük amcası İsrail’in ilk başbakanıydı), MGM Başkanı Harry Sloan (Yahudi) ve NBC Universal İcra Başkanı Jeff Zucker (mega-Yahudi) tarafından imza edilmişti. ‘ 

 Köşesinde Amerikalılar’ı  ti’ya alan Joel Stein’in bu yazısı İsrail’in Gazze saldırısına başladığı günlere rastlaması tesadüf olmasa gerek. Ne de olsa Yahudiler Hollywood’u, Hollywood’da dünya gençliğini yönetiyor. Bu nedenle Hitler’den nefret ederek büyüyen ama Benjamin Netanyahu,  Ariel Sharon veya İzak Rabin’i bir demokrasi kahramanı sanarak yetişen gençlerin sayısı hiç de azımsanamayacak boyutta. 

‘Bir Yahudi olarak bundan gurur duyuyorum ve Amerikalılardan başarımızın farkında olmalarını istiyorum. Evet, Hollywood’u biz yönetiyoruz ve biz olmasaydık siz halen the 700 Club ve Davey and Goliath arasında gidip geliyor olurdunuz. … Belki de hayatım bundan sonra New Jersey-New York/Bay Area-L.A arasında geçecek. Böyle semitizm taraftarı bir hayat benim gerçek dünyada neler olup bittiğini görmemi de engelleyecek. Ama Amerikalılar’ın bizim medyayı, Hollywood’u, Wall Street’i ya da hükümeti ele geçirip geçirmediğimizi düşünmelerini umursamıyorum, benim umursadığım bizzat Amerikalıları nasıl yönettiğimizdir. ‘ diyen Joel Stein,  elbette Amerikalılar’ın saflığını gururlanarak vurgulamakta haksız değil.
 
Hollywood, Çalışanlarını Siyonistleştiriyor

Ne Avrupa kaynaklı filmlerde ne de Amerikan filmlerinde Filistinliler’in yaşadığı cehennem hayatını konu edinen bir kareye rastlamak mümkün değildir. 

Amerika’nın Vietnam ve Irak’da işlediği günahlar zaman zaman beyazperdeye taşınırken, İsrail’in en ufak bir hatasını dahi bu filmlerde görmek mümkün değil. Ancak Hollywood filmlerinde geri kafalı, kaba, pasaklı, eşkıya kılıklı, kadın düşmanı müslüman tiplemeleri gırla. Hayat Güzeldir,  Piyanist, Munich, Schindler’in Listesi , Anna Frank’ın Günlüğü gibi Nazi’lerin Yahudiler üzerindeki vahşetini anlatan sayısız yapımla, Yahudiler şanlarına şan katmaya devam ediyor.  

Bu sanat şahaserlerinde Yahudiler masum, ‘vur kafasına al ekmeğini elinden’ türünden zavallı insancık  tiplemeleriyle sütten çıkmış ak kaşık kisvesine bürünürken, Gazze’de, evinde akşam veya öğlen sofrasında biraraya gelen ailelerin kaşıklarını kursağına dizen İsrail bombalarının yakıcı etkisi dünya basının gözünden kaçıyor. 

Geçtiğimiz yıllarda Hollandalı yönetmen Paul Verhugen’in Yahudi katliamını işleyen Zwarte Book adlı yapıtı da Hollanda’nın En İyi Yabancı Film dalında Oscar adayı olmuştu. Tüm film yapımcıları, film şirketleri Yahudiler’in elinde olduğu için, çoğu aktör veya aktrist’in de eli kolu bağlı durumda. 

Yahudileri eleştiren oyuncuların veya yönetmenlerin Hollywood’dan nasıl afaroz edildiğini geçtiğimiz yıllarda bizzat gördük. Bilindiği gibi Mel Gibson’un "İsa’nın Tutkusu" filminde Yahudileri aşağıladığı iddiasıyla filmde yer alan   birçok bölüm çıkarılmıştı. Mel Gibson’un trafikte bir alkol kontrolü sırasında  "Dünyadaki bütün savaşların nedeni Yahudilerdir" sözünden sonra Hollywood"daki bir çok işi iptal edilmiş ve ünlü oyuncu ülke çapında lince tabi tutulmuştu. 

2004 yılında ölen Marlon Brando ise, ünlü şovmen Lary King’in programında  "Hollywood`un sahipleri Yahudi. Bu konuda insanlar hassas olmalı çünkü Yahudiler herkesi sömürüyor." sözlerini sarfetmesi üzerine Amerikan medyası tarafından tukaka edilmişti. Hollywood’daki Yahudi hegomanyasını anlatan bir başka çarpıcı örnek ise, sinema tarihinin en çarpıcı yapımlarından birine imza atan  Orson Welles’in öyküsü. 1940'da Orson Welles 25 yaşında genç bir aktör, tiyatro yönetmeni ve senaryo yazarıyken arkadaşı Herman J. Mankiewicz ile bir partiye katılır. Partide o zamanların medya patronu William Randolph Hearst ile tanışır. 

Bu tanışma Welles’in ilham perilerini harekete geçirir. Amerika’nın ve dünyanın en zengin adamlarından biri olan medya devi William Randolph Hearst’in hayatını sinemaya aktarmaya karar veren  Welles, hummalı bir çalışmanın ardından yapımına son noktayı koyar.  

Tüm zamanların en büyük Amerikan filmlerinden biri sayılan Yurttaş Kane'nin -Citizen Kane  filmini hayata geçiren Welles’in filmi, daha piyasaya çıkmadan tartışmalara yol açar. Nihayet bu filmin kendisi hakkında olduğunu öğrenen William Randolph Hearst, durumu öğrenince çok sinirlenir ve intikam almak için doğru Hollywood yapımcılarının kapısını çalar. Filmin gösterimine girmesi halinde sahip olduğu gazetelerde tüm Yahudi kökenli Hollywood çalışanlarının ismini tek tek yayınlayacağını söyleyen Hearst, damgalamaktan korkan ve henüz Amerika’da palazlanmamış Yahudi patronların gözünü korkutur. Çünkü o sıralarda Yahudiler Nazi Almanyası’yla meşguldür ve Amerika’da yeterince güçlü konumda değildir. Ancak karşı atakta bulunan Welles, Yahudi patronlara öyle etkili bir konuşma yapar ki, filminin gösterime girmesini garantiler. 

Sonuçta tüm zamanların en sarsıcı filmi olarak adlandırılan Yurttaş Cane görücüye çıkarken medya devi William Randolph Hearst da, hayatının sonuna kadar malikânesine çekilerek dünyadan elini eteğini çeker.
 
‘Oscar’ Da Yahudiler’in

Oscar ödüllerine şöyle bir göz attığımızda Yahudileri yücelten ve Yahudi halkının çektiği sıkıntıları anlatan filmlerin her zaman için baş tacı edildiğini görürüz.  Yahudi içerikli filmleri işleyen yönetmenler sanatsal anlamda bir şey ifade etsin veya  etmesin  Oscar Ödül törenlerinde hiçbir zaman eli boş dönmezler. 

Jüri üyeleri tarafından muhakkak filmlerinin beğenilecek bir tarafı bulunulmuştur. İtalyalı ünlü yönetmen Roberto Benigni’nin yönetmen ve oyunculuğunu üstlendiği ‘Hayat Güzeldir’ filmi, 4 dalda Oscar’a aday olup üç dalda ödüle layık görüldü.  

Nazi kampına düşen baba ve oğlunun dramı konu edilen filmde, baba karakterindeki oyuncu, oğluna tüm yaşananları bir oyun gibi gösterip onu Nazi zulmünden uzak tutmaya çabalar. Sonunda oyuncu baba olağanüstü çabalarıyla oğluna hayatın güzel ve yaşamaya değer olduğu izlenimini uyandırır ancak kendisi de savaş bitmeden az önce ölür. 

Nazi Almanyası’nda bir kampta tutulan Yahudilere yapılan kötü muameleye dayanamayan Nazi bir subayın Yahudileri kamptan kaçırmasını konu edinen ‘Schindler`in Listesi’, Oscar’lı filmlerin en ünlülerinden biri. Aday olduğu 7 ödülden 5’ini alarak Oscar tarihine geçen filmin yönetmeni ise, İsrail"e her yıl milyonlarca dolar yardım gönderen sinemanın dahi adamı Steven Spielberg. 

Son yılların piyasaya yapan en ünlü Yahudi filmlerinden biri de çoğu sinemaseverin defalarca seyrettiği  ‘Piyanist’.  Filmde sakin, entellektüel ve kibar bir Yahudi piyanistin Nazi zulmünden kurtuluş savaşı ve hayatta kalma mücadelesi anlatılmakta. Film Oscar’a beş daldan aday olmasına rağmen ikisini kazandı.

Geçmişteki Yahudi filmlerinin malum başarısı bilinirken, tam da İsrail’in dünyanın gözü önünde Filistinliler’i uranyum parçaları bulunan silahlarla cayır cayır yaktığı bugünlerde, bir Nazi filmi daha gösterime girdi. 

 Alman subayı Claus Stauffenberg'in, 20 Temmuz 1944'te Nazi Almanyası lideri Adolf Hitler'e düzenlediği başarısız suikast girişiminin konu eden "Valkyrie Operasyonu" adlı film, tüm dünyada gösterime girdi. Çekimlerinin bir bölümü Berlin'de gerçekleşen filmde, Stauffenberg rolünü Hollywood'un tartışmalı ismi Tom Cruise üstleniyor. 

Olağan Şüpheliler, X-Men serisi gibi filmlerin de yönetmenliğini üstlenen Bryan Singer'in yönetmenliğini yaptığı "Valkyrie Operasyonu"nun yapımcısı ise Amerikalı Christopher McQuarrie. Scientology tarikatı üyesi olduğu bilinen Tom Cruise'un filmin başrolünü üstlenmesi, Avrupa ülkelerinde tartışmalara yol açmış, bu nedenle de film çekim aşamasındayken eleştiri yağmuruna tutulmuştu. 

Çöldeki bir savaş alanında başlayan filmin ilk sahnelerinde Tom Cruise, üstlerine cesur bir karşı çıkışta bulunuyor. Eskiden bütün Almanların Nazi olduğunu şimdi ise bu kararının değiştiğini göstermek istediği için bu filmi çekmeye karar verdiğini söyleyen Christopher McQuarrie, yapımıyla Yahudi soykırımını bir kez daha dünyanın gündemine getiriyor. Tom Cruise, filme kendini öyle kaptırmış ki, kameralar karşısında  ‘Eğer Von Stauffenberg planladığı suikastte başarılı olabilseydi tarih değişmiş olacaktı. Ve belki de, belki de değil, kesinlikle milyonlarca insanın hayatı kurtulacaktı" diyerek kendini teselli ederken sözlerine şöyle devam ediyor: ‘Çocukluğum Hitler'den nefret ederek geçti. Arkadaşlarımla oynadığımız silah oyunlarında ya da televizyonda izlediğimiz filmlerden esinlenerek "Kim Hitler olacak?" sorusunu sorardık birbirimize. Hiçbir zaman ben olmadım. Hep onu öldüren, öldürmek isteyen kişi olmayı tercih ettim.’
 
Araplar Öcü, Yahudiler Cici!


Hollywood’daki Yahudi tekelini "Suçlu - (Guilty) Hollywood'un 9/11 sonrası Araplar hakkındaki hükmü" adlı eserinde ele alan Lübnan kökenli Amerikalı kitle iletişimi uzmanı Profesör Jack Şahin, Holywood filmlerinde Arap ve Müslüman karakterlerin bilinçli şekilde nasıl kötü gösterildiğini bilimsel bir çalışmayla gözler önüne serdi. 

Reuters muhabirine Lübnan’da konuşan Şahin, çalışmasında yaklaşık bin filmde Arap ve Müslümanlara nasıl yaklaşıldığını araştırdı. "Amerika Birleşik Devletleri'nde İslam ve Araplar hakkında her şeyi söyleyebilirsiniz ve bunun yüzünden bir sıkıntı çekmezsiniz. Diğer bir ifade ile biri, 'Arabı vurmak serbesttir' diyebilir" diyen Şahin araştırmaya konu olan filmlerin 100'den fazlasının11 Eylül'den sonra çekildiğini ifade ediyor.

Amerika doğumlu Lübnanlı yazar, Arap ve Müslüman karakterlerin sinemada çok aşağılık tipler olarak tasvir edildiğini, "The Kingdom" (2007), "The Four Feathers" (2002) ve Tv dizisi "24" gibi yapımların buna örnek gösterilebileceğini söylüyor. "True Lies" (1994) gibi aksiyon filmlerinde, "Father of the Bride Part 2" (1995) gibi komedi filmlerinde ve "Aladdin" (1992) türünde Disney animasyonlarında Arap ve Müslüman kimliklerin bilinçli olarak aşağılık tipler olarak resmedildiğini söyleyen Şahin, Reuters muhabiriyle yaptığı söyleşide 

 "Görüntüler özellikle sabit kalıyor. Ancak daha tahrip edici ve kinci olduklarında değişiyor." diyor. Jack Şahin, "Syriana" (2005) ve "Three Kings" (1999) filmlerinin yapım aşamasında danışman olarak çalışmış. 

Yazar, "Guilty" (Suçlu) kitabında, "Babel" (2006) ve "Rendition" (2007) filmlerini "daha kapsamlı olduğu ve Arap portrelerini adil işlediği" için överken, Reuters muhabirine "ancak bunları çok az kişi izliyor ve dinliyor" şikâyetinde bulunmakta. Hollywood'un Arapları olumsuz tasvir etmesinin Amerikan yönetiminin ekmeğine yağ sürdüğünü öne süren Şahin, söyleşide, "Arap ve Müslümanlar yıllarca 'düşman' olarak resmedildiğinden Irak'a savaş açmamız kolay oldu. Bu sebeple, Irak savaşını çok az kişi protesto etti." diyerek sinemanın kitleler üzerindeki etkisine parmak basıyor.