sayfalar

8 Mart 2014 Cumartesi

KURTLAR VADİSİNDE BOY GÖSTEREN YENİ BARON ASLINDA KİMDİR

KURTLAR VADİSİNDE BOY GÖSTEREN YENİ BARON ASLINDA KİMDİR

Avni Özgürel’in iki yıl aradan sonra ikinci kez kaleme aldığı “Ejder” yazısı, en çok Fehmi Koru’yu heyecanlandırdı. İlk yazıya “Ejder”in İnan Kıraç olduğunu deşifre ederek katkıda bulunan Koru, bugün de çarpıcı tespitler yaptı.

Avni Özgürel’in iki yıl aradan sonra ikinci kez kaleme aldığı “Ejder” yazısı, en çok Fehmi Koru’yu heyecanlandırd...ı. İlk yazıya “Ejder”in İnan Kıraç olduğunu deşifre ederek katkıda bulunan Koru, bugün de çarpıcı tespitler yaptı.

Beş yıldır ilgiyle izlenen, bol ödüllü ‘Mentalist’ adlı bir televizyon dizisi var ABD’de... Başından itibaren gerilimi yükselterek izleyiciyi diziye bağlayan senaristler, beşinci sezonun sonunda, nihayet, seri cinayetler işleyen kâtilin kim olduğunu açıkladılar.

Ama ne açıklayış...

Meğer kâtil aslında görevleri yasaları yerine getirmek olan polis, yargı ve güvenlik bürokrasisi içerisinde yuvalanmış bir üst-düzey suç şebekesinin üyesiymiş...

Şimdilerde bizde birileri olan-bitenler için, ‘sayıları fazla olmayan, emniyet ve yargı bürokrasisi içerisinde yuvalanmış bir çete’ açıklaması getiriyor ya, aklım hemen ilgiyle izlediğim o diziye gitti. Dizinin ‘çözüm’ bölümleri henüz bizde gösterilmediği için, “Oradan esinlenilmiştir” diyemeyeceğim...

Dünya küçüldü; belki de senaristler bizde olanlardan esinlemiş olabilir...

Mentalist’te, şebeke, üyelerini ‘suça bulaşmış’ devlet görevlilerinden seçiyor... Kimse kimseyi tanımıyor... Zor duruma düşen, karşısındakinin çeteden olup olmadığını anlamak için “Tiger, tiger” diyor... Bir de omuzlarında üç noktadan oluşan dövme bulunuyor çete üyelerinin...

Galiba bizden değil, ama İngiltere’de ITV Televizyonu tarafından 2000 yılına kadar gösterilmiş, şimdilerde tekrarları yayınlanan Colin Dexter romanlarından başarıyla dizileştirilmiş ‘Inpector Morse’tan esinlenmiş olmaları mümkün... Gizli örgütleri sevmez başkomiser Morse, özellikle de emniyet teşkilâtı içerisinde hatırı sayılır miktarda bulunan Masonları... Onlar da mesai arkadaşlarını ‘kâtil’ olarak yaftalayıp cezaevine tıkacak bir tuzak kurarlar... Soruşturmasında yer alan her âmir, her denetçi ‘onlar’dandır...

Amerikan dizisi Mentalist’te, şebeke üyeleri tarafından seri-cinayetleri işleyen kâtili bulmaya çalışan görevlilere karşı benzer bir kumpas kurulur...

Çetelerden, teşkilâtlardan ve örgütlerden dem vurmamın sebebi Avni Özgürel... Radikal’de düzgün düzgün yazarken birden adrenalimi tepe noktaya fırlatacak bir ‘Ejder’ yazısı patlatıyor. Dün yine öyle bir gündü ve ‘Ejder’in bir süre araziye uymuşken Gezi sonrasında yaşananlardan umutlanıp yeniden başını çıkardığını yazdı.

‘Ejder’ de kim mi? Medya üzerinde etkili biri; tek sesliliğe yönlendirecek kadar etkili hem de... Siyasete de meraklıymış ve etkisi altındaki medya sayesinde siyaseti yeniden biçimlendirmeye çabalarmış...

Vaktiyle, üçlü koalisyon döneminde, MHP’yi dışlayıp Tansu Çiller’in DYP’sini ele geçirme girişimini ondan bilmeliymişiz... 12 Eylül 2010 referandumunda sandıktan ‘Hayır’ oylarının fazla çıkması için de çabalamış... CHP’nin son genel seçimde oyları artsın diye de devreye girmiş... O seçimde Ak Parti’nin büyük bir darbe yiyeceğine dair iddialara girdiğini de yazdı Ejder’in Avni Bey...

O günlerde çok yaygındı iddiaya girmeler... Söz gelimi, Cumhuriyet’te, Cüneyt Arcayürek, gazetesinin yönetim kurulunda yer alan büyük patronlardan İnan Kıraç’ın, bir toplantıda, “Sizlerle bahse girerim, CHP bu seçimde birinci parti olacak” dediğini ceste ceste yazmıştı.

Avni Özgürel’in son olayları değerlendiren yazısının bitiş paragrafı şöyle: “Bir kere daha yol verdi çarka Ejder! Ve dokunduğu ilk tellerden istediği sesler gelince aylardır gerilen yüz hatları gevşedi, gülümsemeye başladı… Aklında sadece ABD’nin efsanevi Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın İran-Irak savaşı sırasında yöneltilen ‘Hangisinin kazanması Amerika’nın çıkarına olur’ sorusuna verdiği cevap vardı: İkisinin de kaybetmesi!”

‘Ejder’ şimdilerde yaşanan olayın neresinde, bilse bilse Avni Özgürel bilir...

Hayretimi fevkalade çeken bir konu, televizyonda ‘Kurtlar Vadisi’ gibi bir dizinin başarısına bakan yapımcıların hadi beni düşünmüyorlar ama Avni Özgürel’i daha iyisini kotarması için yanlarına çekme çabasına neden girmedikleri konusudur... Senaryosunu yazdığı belgeseller yanında başarılı ‘Zincirbozan’ filminin her şeyi onun elinden çıkmadır.

‘Ejder’ etrafında geçecek bir dizinin yalnız ülkemizde değil, Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Rusya’dan Ortadoğu’ya uzanan geniş coğrafyada ilgi çekeceğine bahse girerim...

Görüyorsunuz ‘Ejder’ ile ortak bir noktamız var: bahse girmeyi ben de seviyorum...

TAHA KIVANÇ


AVNİ ÖZGÜREL BU KONUDAKİ YAZISI

Ejder'in yüzü gülüyor!

Kendileri için çarkların ister düz ister ters, her ne gerekiyorsa öyle
çalıştırılmasına alışmış insanlar sözünü ettiklerimiz.

Particiliğin hedefi malum: Hükümet olmak! Geniş manada siyasetin hedefi ise
biraz daha farklı: İktidar! Yani muktedir olmak. Koltukta kimin oturduğundan
değil koltuğun yetkilerine kimin sahip olduğundan; kimin kişiler/toplum
üzerlerinde nüfuz ve kontrol imkânına sahip olduğundan söz ediyorum.

Bugünün meselesi değil bu. Asırlar ötesinden süzülüp gelen bir düzen.
Şimdilerde adına vesayet diyoruz. Somutlaştırırsak imparatorluk öncesi dönemde
devletin başında hanedandan birinin olduğu ancak işleri Çandarlı ailesinin
gördüğü yapı konuştuğumuz. Fatih’in kestirip attığı ama asırlar sonra 2.
Mahmud’un önüne Sened-i İttifak belgesiyle konulan yapı. Keza cumhuriyet
yıllarında demokrasiye geçtik denildikten sonra seçilmişleri asker-sivil
bürokrasi; medya- üniversite ve iş dünyası üçgeninin içine itip kıpırdayamaz
hale getiren; buna karşılık hırsızlığa, yolsuzluğa, kayırmacılığa kapı açan
anlayış.

Teferruatına girip bilinenleri tekrar etmeme gerek yok. Neticede olan şu ki, bu
durum 2007 Nisanı’nda son buldu. Tarihe ‘e-muhtıra’ adıyla geçen gece yarısı
belgesi karşısında Türkiye’de şimdi ve gelecekte siyaset yapan/yapacak kadrolar
adına ortaya konan radikal tavırla ülkeyi seçilmişlerin yöneteceği, dolayısıyla
iktidarın kimseyle paylaşılmayacağı ilan edildi.

Siyaset ne denli kararlı olursa olsun bu durumun geleneksel rol paylaşımını
benimseyip buna ayak uydurmuş dar çevrenin içine sinmediğini söylemek için
müneccim olmaya gerek yok. Ve işin doğrusu söz konusu çevrenin ortaya çıkan yeni
durumu içine sindirememekte haksız olduğunu söylemek kolay değil. Zira
ellerinden adeta koparılarak alınan sıradan bir şey değil; neredeyse
varlıklarıyla eşanlamlı gördükleri şey: Güç!

Para, paranın satın alabildiği hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, istedikleri her
neyse elde etmek için işaret etmelerinin yeterli olmasına alışmış, olsa olsa iki
elin parmakları sayısınca insandan söz ediyoruz. Kanun, nizam, suç, yargı,
hâkim, savcı, polis vs’nin ahali yani sıradan insanlar için var olduğuna inanan;
bugüne kadar öfke sillelerinin yol açtığı kimi kanlı tabloların görmemezlikten,
bilmemezlikten gelindiği; izlerini temizlemeyi devletin üstlendiği kesim bu. Ve
dilediği an doğrudan veya telefonla siyasetin zirvesi dahil her katının
ulaşabilen, kibarlığından dolayı taleplerini rica cümleleriyle dillendirse dahi
herkesin sözlerinin tebligat olduğunun idraki içinde hareket ettiği; istekleri
kanuna uymuyorsa kanun değişikliği, özel düzenleme gerektiriyorsa öyle
yapılageldiği…

Kendileri için çarkların ister düz ister ters, her ne gerekiyorsa öyle
çalıştırılmasına alışmış insanlar sözünü ettiklerimiz.
27 Nisan 2007’de Tayyip Erdoğan’ın muhtıraya karşı çıkışıyla kopan bağ buydu
işte.

Kendilerine memleketin asli sahibi ‘Beyaz Türk’ olarak bakılan insanların
işlerini gördürdükleri siyasetin yere çakıldığı; yerine göre kışkırtıp yerine
göre yatıştırdıkları asker bürokrasinin açılan bir dizi soruşturmayla kendi
derdine düştüğü; medyanın, finans sektörünün alt- üst olduğu; paradan para
kazanma, devlet sırtından servet edinme, halk deyişiyle ‘Derenin taşıyla
tarlanın kuşunu vurma’ döneminin sona erdiği yeni bir dönemin başlangıcıydı bu.

İçine sinmese, her fırsatta hoşnutsuzluğunu yansıtsa da sonuçta uluslararası
dengeler Erdoğan’dan yana olduğu için hareket edemez haldeydi dar çevre.

Ve Ejder, yani Türkiye’nin hâkimi ‘sahib-i aslisi’ olmakla övünen insan!
Gururu, kibiri bir yana bırakıp Ankara’ya kadar gitmiş, bizzat ziyaret ederek
yenilgiyi kabul ettiğini, bundan böyle siyaset dışında kalacağını sosyal
sorumluluk projeleriyle meşgul olacağını bildirmişti başbakana!

Ta ki ‘Gezi’ye kadar!
İsrail’le müzminleşen gerginlik, Suriye konusunda evdeki hesapların çarşıya
uymaması -ya da yanlış hesaplar- Irak merkezi yönetimiyle zıtlaşma; yetmezmiş
gibi Washington’dan esen sert rüzgârlar! Bu sıkıntılı havaya kimi belediyelerin
işgüzarlıkları, icraya dönüşmese de maksadı aşan beyanlar, medeni her ülkede
mevcut olan ama dini hassasiyetler sebebiyle konulduğu söylendiğinde öfke
doğuran kısıtlamaların tümden yasaklamaymışçasına sunulmasının gerdiği ortamda
bir başka hadise patlak verdi: Gezi!

Bir ay önce nisan başında Beyoğlu’nda tarihi Emek Sineması’nın restore ediyoruz
denilse de gerçekte AVM inşası olan projeye yöneldiğinin anlaşılmasıyla kabaran
hoşnutsuzluğun kaşla göz arasında hükümet karşıtı eylemlere dönüşebileceğinin
işaretleri görülmüştü aslında. Polisin orantısız şiddet ve hesapsız biber gazı
kullanmak suretiyle kontrol altına almaya çalıştığı gösterilerin izi hafızalarda
tazeyken geldi Gezi Parkı dalgası… Ve hızla herkesin hak verdiği çevre
duyarlılığı çıtası aşıldıktan sonra farklı bir istikamete yöneldi.

Başlangıçta önemsememişti Ejder olan biteni. Çocuksu hatta Sırrı Süreyya
Önder’in meydanda göründüğü fotoğrafa bakarak rahatsız edici bulmuştu eylemi.
Başbakan’ın benimsediği proje doğrultusunda tarihi Topçu Kışlası’nın tanıdığı
işadamlarının pay alacağı AVM-Otel-Rezidans olarak yeniden inşa edilmesi fikri
hoşuna bile gitmişti… Ama olayların gelişimi sıradan protesto olarak başlayan
hareketin ülke çapında ayaklanmaya dönüşebileceği ve Tayyip Erdoğan’dan rahatsız
herkesin eylemi desteklemekte tereddüt etmeyeceği hissi güç kazanınca işin rengi
değişti…

Sürece katılabileceğini düşünmeye başladı Ejder!
Biraz dürtüklemeyle uluslararası siyasetin ve medyanın ilgi odağı haline gelen
hükümet karşıtı eylemler öyle bir raddeye vardı ki; iyi planlandığı takdirde
olayın kabından taşırılmasının hiç de zor olmadığı düşünülmeye başlandı.

Ak Parti ve çevresindeki halka eskisi kadar sağlam değildi artık! Ancak o kadar
apansız yakalanılmıştı ki fırtınaya, ne muhalefet partileri ne sivil inisiyatif
baş rolü üstlenmeye hazırdı. PKK harekete geçse, BDP sokağa inse belki bitebilir
iş ama olmadı, yapılamadı, tutulup kaldı hepsi. Üç-beş sanatçı, gazeteci, Paris
Komünü’vari nostalji rüyası gören romantikler ve marjinal grup lideri dışında
kimse yoktu ortalıkta.
Sırf başsızlıktan toplumda var olan enerjinin boşa aktığını gören Ejder
öfkesinden alaya vuruyordu olan biteni. “Düşünebiliyor musunuz, ana muhalefet
lideri meydana geldi ama kovdu bizim salaklar” deyip gülüyordu. Kaybedilmişti
‘meydan muharebesi’.

Ancak yaşananlar Ak Parti’yi destekleyen halkada oluşan tereddüdün özellikle
‘cemaat’ çevresi söz konusu olduğunda çatlağa dönüşebileceğini düşündürmeye
başladı Ejder’e… Genelde Ak Parti’yi desteklese de zaman zaman kimi stratejik
konularda hükümetten farklı bir yol izleyen cemaat öteden beri yan yana gelmeyi
arzuladığı büyük sermaye ve merkez medyadan ilgi/teşvik görürse muhtemelen artan
oranda eleştirel bir tutum içine girebilir, bunun davet edeceği hükümet tepkisi
ise pekâlâ ilişkileri kopma noktasına ya da pamuk ipliğiyle bağlı hale
getirebilirdi.

Bir kere daha yol verdi çarka Ejder! Ve dokunduğu ilk tellerden istediği sesler
gelince aylardır gerilen yüz hatları gevşedi, gülümsemeye başladı… Aklında
sadece ABD’nin efsanevi Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın İran-Irak savaşı
sırasında yöneltilen “Hangisinin kazanması Amerika’nın çıkarına olur” sorusuna
verdiği cevap vardı: İkisinin de kaybetmesi!