sayfalar

29 Mart 2014 Cumartesi

Anlattıklarım belki canıma mal olabilir

Anlattıklarım belki canıma mal olabilir"

Başbakanın başdanışmanı gazeteci-yazar Yiğit Bulut, "Eğer, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının kılına sandık dışı bir zarar gelirse değil bu topraklarda, dünya coğrafyasında önümüzdeki 100 yıl kimse huzur içinde kahvaltı edemez" dedi.

Balkonuk Center'da düzenlenen Milli İrade konulu konferansı yüzlerce kişi izledi. Yaklaşık 1 saat süren bir konuşma yapan Yiğit Bulut, yerel seçimlerin Türkiye'nin, milletin geleceği için atılacak bir adım olduğunu söyledi. Başbakanın 10 yıllık AK Parti iktidarının ardından infaz edilip iktidardan düşürülmek istendiğini söyleyen Bulut, rahmetli Adnan Menderes'in idam edildiği gün Türkiye'de yaşanan halk sessizliğini hatırlatarak bugün ise durumun çok farklı olduğunu söyledi.

Başbakanın kılına zarar gelmesi ihtimalinin dahi son derece vahim sonuçlara yol açacağını kaydeden Yiğit Bulut, "Babaannem bana anlatırdı, 'Halk olarak biz Menderes'e aşıktık' derdi. Ben de, 'Madem aşıktınız da Menderes'i astıkları zaman niye bir tek cam bardak kırmadınız' dedim.

Türkiye'de Menderes'in asıldığı gün kırılmış bir cam rapor edilmedi. Halk kuzu kuzu Menderes'in asılmasını seyretti ama bugün öyle değil, ben buradan diyorum ki, eğer Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının kılına sandık dışı bir zarar gelirse değil bu topraklarda, dünya coğrafyasında önümüzdeki 100 yıl kimse huzur içinde kahvaltı edemez. Hiçbir şey eskisi gibi olmaz" diye konuştu.

Seçimlerin önemine de değinen Yiğit Bulut, "Biz gerekirse bu uğurda canımızı da veririz. Türkiye ya tam bağımsız olacak ya da 150 yıl daha bağımlılığa devam edecek. Devletin adına milletin vereceği karar çok önemli. Bu bir seçim değil, gelecekle ilgili atılacak bir adımdır" dedi.

Ben bu ülkede 2002 yılında bir konsolide bütçe gördüm 140 katrilyon bütçe büyüklüğü, 70 katrilyonu faiz ödemesi. Bugün bütçenin yüzde 13'ü faiz ödemesine gidiyor. 10 yılda düşen faizle ödemediğimiz faiz miktarı 642 milyar TL.

Ben bu ülkede bir medya patronuna, 'Bir emriniz var mı?' diyen genelkurmay ikinci başkanı gördüm. O da, 'Evet bir emrim var, Erbakan hükümetini düşürün' diyor. Ben bu ülkede bir medya patronuna 'Efendim, siz' diye hitap eden o medya patronunu da, 'sen' diye hitap ettiği bir başbakan gördüm.

Menderes'i, 'Yeter söz milletin' dediği için astılar. 1950-60 iktidarın 10. yılında Menderes'i astılar. Arkasından, 'Yeter söz yerleşik düzenin' dediler.

1983-93 iktidarın 10. yılında Turgut Özal şüpheli şekilde öldü. 2003-2013 Mayıs Gezi olaylarının başlangıcı, iktidarın 10. yılında Recep Tayyip Erdoğan'ı infaz etmek için bir düzen harekete geçti. Türkiye'deki yerleşik düzen hiçbir iktidarın 10 yılın üzerinde kalmasına izin vermedi. Bunu herkesin bilmesi lazım.

Şunu hiç unutmayın, bu ülkede gerçek derin yapı halkın iktidarıdır ama halk hiçbir zaman iktidar olamadı. Kısa bir Menderes dönemi, çok kısa Erbakan dönemi. Erbakan 12 ay iktidarda kaldı, reel faiz 30'dan 18'e düştü ve hükümet karar aldı,

bundan sonra devletin, kamunun parasını bundan sonra özel bankalara koymayacağız. Halkın parasını korumaya kalkınca Erbakan'ı infaz etme kararı aldılar.

Sonra gazeteler nasıl çıktı? 'Türkiye İran mı oluyor?' 72 tane Aczimendi, eli sopalı adam Türkiye'de rejimi değiştiriyor, hikayenin önde gideni. Sonra rektörlerden hükümete uyarı, savcılardan hükümete uyarı, düşürdüler.

Ertesi gün, daha bir gün geçmeden kamunun paraları tekrar özel bankalara yatırıldı, reel faiz hemen yükseldi. Misak-ı Milli sınırları içinde Musul ve Kerkük vardı. Musul ve Kerkük dışarıda kaldıktan sonra Türkiye'nin Misak-ı Milli sınırları tanındı. Gaz ve petrol onların cebinde kaldı.

Türkiye küresel anlamda onların istediği gibi oldu. Klasik Anglosakson sistemi. Burjuva sistemi çıktı, ardından burjuva medyayı ortaya çıkardı, medya sermayeyi. Türkiye'yi kontrol edebilecekleri üçgen sistemi kurdular ve Menderes'i bu üçgende boğdular.

Sermaye, medya, finans sistemi. Türkiye'de herkesin bunu iyi anlaması lazım. Sermaye, medya, finans sistemi. Bu üçgenin içinde olmayan hiç kimse Türkiye'de iktidara gelemez. Yapmadıkları kalmadı, Başbakanı götürdüler Kırklareli'nde cezaevine koydular.

O gece İstanbul'da birçok yerde parti yapıldı. Ertesi gün Hürriyet gazetesi şöyle çıktı, 'Artık muhtar bile olamaz'. Ama takdir-i ilahi, Yüce Allah öyle demedi, muhtar da oldu, başbakan da oldu, inşallah cumhurbaşkanı da olur. Yüce Allah o kadar büyük ki artık, 'Muhtar bile olamaz' diye kendi takdirini takdiri ilahiden yukarıda görenler bugün 8 dakikalık randevu alabilmek için 888 takla atıyorlar.

Bakın, Türkiye bu yerleşik düzen üçgenini kırmalıdır. Bu yolda birçok insan feda olabilir, belki biz bu yolda ölebiliriz, bu benim anlattıklarım benim canıma mal olabilir. Hiç önemli değil ama birileri bunu kırmak zorunda. Çanakkale'de yatan yüz binler bu yerleşik düzen Türkiye'nin kanını emsin diye ölmedi, Türkiye'yi 5 bin kişi sömürsün diye ölmediler. Sabah ezan okunurken evine yakın cami varsa camiye hoparlör koyana bela okuyor, o ses rahatsız ediyor. Bu zihniyet şimdi hayasızca Başbakan Erdoğan'a saldırıyor. Niye? Onu kapatırsa yerleşik düzen tekrar iktidara gelecek."

"BAŞBAKANI ORTA DOĞU'DA KEFENLE DOLAŞIRKEN GÖRDÜM"
Türkiye Orta Doğu bataklığına saplandığını söyleyen Yiğit Bulut, Türkiye'de bazı köşe yazarlarının oturdukları yerden ahkam kestiklerini, Orta Doğu'yu tahlil etmek için oraya gidip kefeni giymek gerektiğini anlatan Yiğit Bulut, Orta Doğu'da Başbakanı kefenin içinde gördüğünü söyledi. Yiğit Bulut, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"İstanbul'dan Bebek sahilinden Orta Doğu tahlili olmaz. Varsa cesaretin Kerbela'ya gideceksin. Cesaretin varsa oradan yaz. Ben Başbakanı Orta Doğu'da kefenle dolaşırken gördüm, kefenle.

Nasıl gördüm? Kerbela'ya gittik, mahallede duruyoruz, sokağın ortasında. Durduğumuz yerde bile ciddi sıkıntı var. Başbakanın Şii lider Sistani ile görüşmesi var. Dediler ki, 'Şii lider Sistani 80 yaşında buraya gelemez.' Başbakanın gitmesi gerekti.

Başbakana, 'Asla gidemezsiniz, giderseniz dönemezsiniz' dediler. Sayın Başbakan 'Türkiye Cumhuriyeti'nin menfaati için ben bu görüşmeye gideceğim, istiyorsanız siz gelmeyin' dedi ve tek bir koruma polisi ile çelik yelek dahi giymeden o blokların arasından geçti, 3.5 saat sonra da geri geldi. Yazacaksan Lübnan'a gideceksin, Kerbela'dan girip çıktıktan sonra yapacaksın. Resmi ziyaret için Lübnan'a gittik, ben o zaman gazeteciydim. 'İsrail sınırındaki Türk birliğine gidelim' dedi

Başbakan, o zaman Lübnan Başbakanı öldürülen Hariri'nin oğlu idi.

Hariri, 'Ben gelemem, orası Hizbullah bölgesi' dedi, Başbakan, 'O zaman sen arabadan in' dedi ve gitti. Lübnan'da 138 kilometre Hizbullah bölgesinden geçtik, 138 kilometre Hizbullah bölgesinden tekrar geriye geldik.

Hizbullah'ın bile gözleri açık kaldı, 'Bunlar ne yapıyor?' diye. O gece Hizbullah'ın 7 milletvekili gelip Başbakanı ziyaret etti. Orta Doğu'da ilişki böyle kuruluyor işte, oturduğun yerden öyle atmakla kurulmuyor.

Sen daha Ankara'nın doğusundaki illere gidemiyorsun, Ankara'nın doğusunda tabela asamıyorsun, ondan sonra Orta Doğu'dan bahsediyorsun. Türkiye, Türk İslam coğrafyası ile Türk-Kürt coğrafyası ile Türkiye Osmanlı coğrafyası ile entegre olarak ayağa kalkıyor.

1699'da Karlofça Anlaşması'nı imzaladık, Osmanlı'nın sancağı yere düştü. Sadece Osmanlı sancağı yere düşmüyor, Peygamber Efendimizin sarı-siyah sancağını da yere düşürmek istediler. 1699'dan 2008'e kadar bizi ve doğuyu Batı yönetti. 2008'de kefenini giymeyi göze alan biri çıktı, 'IMF'yi Türkiye'den çıkarıyorum arkadaş' dedi. 2008'de Türkiye'den çıkardığı IMF 2001'de girmemişti Türkiye'ye, 1854'te girmişti, Osmanlı'dan.

Osmanlı'nın borçlanmaya başladığı yıl, tam 100 yıl bu anlaşmanın borcunu ödedik, son taksit 1954'te bitti. IMF'yi Türkiye'den çıkardığı gece yanındaki birçok insan dahil, bürokrat, akademisyen, iş adamı Başbakana baskı yaptı, 'İmzala' diye. Ertesi gün Başbakan evine çekildi ve 'IMF'nin Türkiye'deki varlığı bitmiştir' dedi.

IMF'yi Türkiye'den çıkarmak için bu kefeni giymek lazım. Daha önce bunu söyleyeni asmışlar. Birçok sadrazam ve başbakan varlıklarımızı onlara vermediği için yok edildi. Cumhurbaşkanlığı seçimi için ne dediler? Yerleşik düzenciler, 'Eşi başörtülü cumhurbaşkanı olmayacak.' O da, 'Eşi başörtülü cumhurbaşkanı seçeceğim' dedi ve evinin adresini de verdi. Geçmişte çok acılar çektik. Bu ülkeyi soymak için kırmızı kitap yazdılar.

'Bu ülkede iki büyük tehlike var' dediler, 'Bir tanesi irtica.' İnancından dolayı başını örtenler, baş örtüsüyle okula gitmek isteyen kız mürteci imiş. Bunların hepsi yalan, Türkiye'de hiçbir zaman irtica, bölünme vs tehlikesi olmadı. Bunlar halkı sindirmek için uyduruldu hep.

Biz bunlarla uğraşırken yerleşik düzenciler hep cebini doldurdu, hep malı götürdüler. 90 günde devletin hazinesindeki paranın neredeyse tamamı sadece 5 bin kişiye transfer edildi. O beş bin kişi 94 krizinde Türkiye'yi soydu. 1980 ile 2003 arasında ödediğimiz faiz 1 buçuk trilyon dolar. 1946 ile 2003 arasında 2.5 trilyon dolar.

25 tane 100 milyon dolar. O kadar büyük bir para ki, İstanbul-Ankara arasındaki hızlı trenin maliyeti 5 milyar dolar. İktidarın bir tek sahibi var, o da Türk milleti. 30 yılda terörü besleyip 2 buçuk trilyon dolar paramızı çaldınız."