sayfalar

23 Şubat 2012 Perşembe

27 Mayıs darbesine iki kadın böyle meydan okumuştu


27 Mayıs darbesine iki kadın böyle meydan okumuştu
Kapının ziline basarken Çiftehavuzlar'daki yüksek ağaçların gölgesine sığınmış mütevazı köşk her zamanki sessizliğini koruyordu.


Birazdan Nilüfer Hanım bütün zarafetiyle gülümseyerek içeriye girdi. Ve o andan itibaren de zaman tünelindeki kâh parlak, kâh hazin yolculuğumuz başladı. Derken annesi Reşide Hanım'ın hayat hikâyesine dalıp gidiyoruz.
'Kim bu bahsettiğiniz hanımlar?' dediğinizi duyar gibi oldum. Haklısınız. Tanıştırmayı unuttum. Nilüfer Gürsoy, Celâl Bayar'ın tek kızı ve hayattaki yegâne evladı. Reşide Bayar ise Çankaya Köşkü'nün Mevhibe İnönü'den sonra en uzun süreli ev sahibesidir (tam 10 yıl).


Reşide Bayar 1887 Bursa doğumlu. 1903 yılında Celal Bayar'la evlenmiş ve Refii (1904-1941), Turgut (1911-1983) ve Nilüfer (1921) adlı üç çocukları olmuş. Kelimenin tam anlamıyla bir "Osmanlı kadını" olan Reşide Hanım, geleneklerine bağlılığı ve dindarlığıyla olduğu kadar tevazusu, ciddiyetiyle temayüz etmiş ve "Yuvayı dişi kuş yapar" sözünü haklı çıkaracak derecede evini ustaca çekip çevirmiş biridir. Çiftehavuzlar'daki köşkü, kocasının itirazlarına rağmen, ondan habersiz, babadan kalma mirasla satın alan o olmuştur. Son yıllarını bu evde geçiren Bayar, hanımının bu evi almakla kendisinden daha ileri görüşlü olduğunu itiraf edecektir.

Çankaya Köşkü'nde beş vakit namazını terk etmeden tam 10 yıl geçiren Reşide Hanım'ın ne kadar kararlı bir kişiliğe sahip olduğunu şuradan anlayabilirsiniz: Cumhuriyet ilan edildikten sonra Mustafa Kemal'in, arkadaşlarının hanımlarını başlarına açmaya teşvik ettiğini, hatta yer yer zorladığını biliyoruz. Mustafa Kemal, bir davette kadınların bir köşede oturup sohbet ettiklerini görüp yanlarına yaklaşır.

O sırada başı kapalı olarak oturmakta olan Reşide Hanım'a, "Siz de başınızı açmayacak mısınız hanımefendi?" diye sorar. Reşide Hanım, 'Bu nasıl soru?' der gibi Mustafa Kemal'e dik dik bakar ve cevap vermez. Durumun vehamet kesb edeceğini anlayan Celal Bayar hemen ortamı yumuşatır, "Müsaade edin Paşam, açacaktır" der. Gerçekten de Reşide Hanım bir süre sonra başını açar ama o gece, Cumhuriyet'in kurucusuna karşı sergilediği sert tavır dikkatli gözlerden kaçmaz.

Celal Bayar 27 Mayıs'ta götürüldüğü Harbiye'de cumhurbaşkanlığından istifa etmemekte direnirken, ailesi Çeşme'deki köşke kapatılmış, etrafına silahlı askerler dizilmişti. Reşide Hanım, kızı Nilüfer ve torunları Emine, Akile ve Bilge ile birlikte hem darbenin şokunu atlatmaya çalışıyor, hem de kocasına ve damadı Ahmet İhsan Gürsoy'a ulaşmanın çarelerini arıyordu. Aralarındaki tek bağ, sadece 50 kelime yazılmasına müsaade edilen mektuplardı.

İşte bu sırada her nasılsa Çeşme'deki köşke girmesine izin verilen bir muhabir, hem Reşide Bayar'la, hem de Nilüfer Gürsoy'la konuşmuş, yine her nasılsa konuşma, 23 Haziran 1960 tarihli "Akis"te yayınlanmıştı. Özellikle Reşide Hanım'ın açıklamaları yenilir yutulur cinsten değildi. Darbeye ve darbecilere yönelik, elbette terbiye hudutları dahilinde ama o ihtilal günlerinde rastlanmayacak ölçüde sert ifadeler vardı konuşmada.

Mesela diyordu ki: "Bugünlerde yalanın hürriyeti ziyade." Gazeteler hep bir ağızdan akla hayale gelmedik iftiraları, yalanları gayri ahlakî bir tavırla kusuyorlardı sayfalarına.

Savunmaya devam ediyor 3 No'lu "First Lady"miz: "Kocam dünyanın en namuslu adamıdır. Allah'a şükür şimdiye kadar boğazımızdan 10 kuruşluk haram lokma geçmemiştir."

Reşide Bayar, bir 23 Nisan günü köşkün küçük ziyaretçilerini kabul ediyor.
Düşünün ki, bu sözün söylendiği günlerde basının "düşükler" dediği DP mensuplarına atılan iftiraların bini bir paradır. Fatin Rüştü Zorlu güya ihalelerden yüzde 10 pay alırmış, Menderes memleketi yiye yiye semirmiş, Bayar'ın ise yabancı bankalarda "tek bir hesapta" tam 103 milyon lirası varmış.

Bu, o derece akla zarar bir miktardır ki, 1959 yılı bütçesine göre Türkiye'nin yıllık gelirinin yaklaşık yüzde 1,5'una tekabül eder. Sonradan birilerinin "yanlışlıkla" rakamların arkasına bol sıfırları eklediği ortaya çıkacaktı ama iftira at, izi kalsın mantığı pek revaçtaydı. Reşide Hanım ise buna şöyle cevap veriyordu:

"Keşke radyonun söylediği ve gazetelerin yazdığı kadar zengin olsaydık. Kocam memlekete çalışmayıp sadece kendisi için çalışsaydı 103 milyon parası olurdu. Allah selamet versin, parayla alakası yoktu. 10 para zimmetinde olmadığını, yazanlar da, söyleyenler de biliyor ama kasten yapıyorlar."

Kocası darbecilerin elinde tutuklu bulunan sabık Cumhurbaşkanı'nın eşi gözünü budaktan esirgemiyor ve tehlikeli gidişin akıbetini de haber veriyordu: "Kocam ve mesai arkadaşlarının adil bir şekilde yargılanacakları kanaatinde değilim. Bu iftirayı atanlardan her şey beklenebilir."

Nasıl? Bir darbe döneminde kelleyi koltuğa almışların edebileceği okkalı laflar, değil mi? Ama sabredin, dahası var. Şöyle diyor bir başka yerde: "Milleti ve memleketi dama taşı gibi oynatmak çıkar (yol) değildir. Neden genel seçimleri beklemediler?"

Demokrasiyi bir yap-boz oyununa döndürenlere verilen bu net mesajın arkasından darbecilere yapılan yeniçeri benzetmesi de muhteşemdir: "İsterük veya İstemezük'le devlet idaresi iyiye gitmez."

Bildiğim kadarıyla 27 Mayıs darbesini bir yeniçeri ayaklanmasına benzeten ilk kişi Reşide Bayar olmuştur. Necip Fazıl çok sonraları yazacağı "Yeniçeri" adlı kitabında bu bağın altını, tarihten getirdiği delillerle çizecektir.

Nihayet darbeyi sıcağı sıcağına mahkûm eden o müthiş tespit: "28 Mayıs Türkiye'si, dışarıya karşı utanılacak ve hicap edilecek bir durumdadır. Ülke 40 yıl geriye gitmiştir."

Hakikaten darbeyle birlikte ülke ve demokrasi 1920'lere geri dönmüştür. Normale dönülmesi için bu kayıp 40 yılın geri kazanılması için mücadele edilmiş, 1960'ın üzerine 40'ı eklerseniz, ülke, ancak 2000'li yıllarda sağlığına kavuşmaya başlamıştır.

Kızı Nilüfer Gürsoy da ondan geri kalmamış ve ülkenin geleceğini karanlık gördüğünü, kanunsuz bir hareketi başlatmanın kolay ama durdurmanın zor olduğunu ifade etmiş ve adeta önündeki 40 yılın özetini şu sözleriyle yapmıştır: "Darbecilik bir alışkanlık haline gelirse ne olur?"

Türkiye 40 yıl boyunca 27 Mayıs'a katılanların damarlarına karışan darbe alışkanlığının zararlarını yaşadı ve kaybedilen o 40 yıl Türkiye'ye çok pahalıya patladı. Ülkemizin, malum darbeler yaşanmasaydı bugünkü noktaya çok daha önce gelebileceğini bugün rahatlıkla iddia edebiliriz.

Reşide Bayar, 24 Aralık 1962 gecesi Kayseri hapishanesinde yatan kocasıyla görüşmek üzere yola çıktığı Ankara Ekspresi'ndeki yataklı vagonda kalp krizi geçirerek vefat etmiş ve Ankara'da muhteşem bir kalabalıkla kaldırılan cenazesi, darbecilere muhtırasını vermişti: Halkla dama taşı gibi oynamaya kalkmayın. Yenilgi kaçınılmazdır.
İki kadının 50 yıl önce darbecilikle ilgili söylediklerini Türkiye'nin ancak bugün anlayacak duruma gelmesine ne kadar hayıflansak yeridir.